15 Kasım 2009 Pazar

Doğal Çevre

Konusu : Sosyal Hayat
İçeriği : SORUMLULUK BİLİNCİ ve ÇEVRE
Başlığı : Doğal Çevre
Günümüzde çevre sorunları, başta insan olmak üzere bütün canlı türleriyle, doğal güzellikleri tehdit eder bir boyut kazanmıştır. “Yeryüzü zirvesi”, biraz geç de olsa bu tehlikenin farkına varıldığının ve âcilen önlem alınması gerektiğinin somut bir ifadesi olarak değerlen-dirilebilir. Bütün dünyada bu yönde ortak bir bilinç (evrensel bilinç) uyanmaya başladığına göre, artık yapı-lacak şey, bu bilincin daha güçlü ve yaygın hale gelme-sine çalışmak ve fert planında bu bilincin gereğine göre davranmaktır. Bu noktada, Kur’an mesajının, çevre sorum-luluğu bilincine katkısını belirginleştirmek yerinde olur.Kur’an’ın amaç bütünlüğü içerisinde çeşitli boyutla-rıyla “denge”ye ilişkin işaretler, mesajlar mevcuttur. Çevre sorunları doğada var olan dengenin bozulmasının bir sonucu olduğuna göre, kâinattaki denge ve âhenkten bahsedilmeksizin ve bu alt yapıya oturtmaksızın çevre meselesini Kur’an açısından değerlendirmek pek doğru olmasa gerektir. Öyleyse, öncelikle kâinattaki dengeye ve âhenge işaret eden âyetler, bu açıdan bir yoruma tâbi tutulup teorik bir alt yapı oluşturulmalıdır. Çevreci bir yaklaşımla okunduğunda “çevre sûresi” olarak adlan-dırılabilecek olan Rahmân sûresinin yalnızca 7 ve 8. âyetleri bile bu hususta gerekli mesajı almak için ye-terli sayılabilir. Bu âyetlerde Allah’ın gökyüzünü yük-selttiği, kâinata düzen ve dengeyi koyduğu bildirilmekte ve bu dengeye müdahalede aşırı gidilmemesi istenmekte-dir. Yani insan, nesnel dünyayı ve onun yasalarını anla-maya çalışacak, belli ölçülerde ona müdahale edebilecek, fakat dengeyi tehlikeye düşürmeyecektir. Aslında, denge-yi ve dengenin sırlarını anlamak için tabiat yasalarını keşfetmek gerekmektedir.
“Biz her şeyi bir ölçü ile yarattık ve bunu bir defaya mahsus olarak yaptık” (el-Kamer 54/49-50); “Yeri yaydık ve içerisine kazıklar attık ve yeryüzünde -hikmet terazisi ile tartılmış- her ölçülü şeyden yarattık” (el-Hicr 15/19); “Size belli bir ölçüde verdiğimiz nimetleri idareli kulla-nın. Çünkü her ne kadar bizim katımızda bunlar depolanmış ise de sizin böyle bir deponuz yok” (el-Hicr 15/21) anla-mındaki âyetler de muhataplarına hem yeryüzünün ve bütün kâinatın yaratıcısının Allah olduğu inancını, hem de çevre bilincini ve çevre sorumluluğunu telkin eden ilâhî mesajlardır. Zaten yaratıcının varlığı ve ilâhî düzen fikri ile sorumluluk duygusu, her şeyi yerli yerince ve gerektiği şekilde kullanma ve öyle davranma bilinci, birbirini destekleyen iki ana temadır. Kur’an da sürekli olarak bu temayı işler.
Kur’an’da denge ve âhengin vurgulandığı birçok âyet bir tarafa, Allah’ın “hakîm” sıfatı ve “rab” isminin muhtevası ve bunların insanî boyutu üzerinde düşünmek bile çevre konusunda felsefî alt yapıyı oluşturacak malzemeyi temine yeterli olabilir. Bundan sonrası, den-geyi koruma görevini insana zatî bir borç ve görev ola-rak yüklemek ve bunu müeyyidelendirmektir. Elbette ki, Tanrı’nın yeryüzündeki halifesi olan insan, Tanrı’nın emanetini koruma görevini de en azından kendi varlığını idame ettirebilmek için doğal olarak yüklenmiş olmakta-dır. İnsan tabiata hükmetmeye ve dengeleri bozmaya giri-şirse, emanete hıyanet etmiş olur.
Kur’an’da türevleriyle birlikte yaklaşık elli yerde geçen ve müfessirlerce “mâsiyet, helâk, kıtlık, öldürme (katl), harap olma, harap etme, küfür ve malı haksız yere almak” gibi anlamlara geldiği söylenen fesâd keli-mesinin muhtevası üzerinde tefekkür edilirse, Kur’an’ın neleri bozulma ve kirlenme olarak gördüğüne ve bunlar karşısındaki tavır alışına yönelik işaretler yakalanabi-lir. Bu âyetler, çevredeki maddî kirlenme ve tükenişin aslında insanlığın evrensel ahlâkî değerlerden uzaklaş-masından doğan mânevî kirlenmenin bir sonucu olarak değerlendirilebileceğini, en azından aralarında kuvvetli bir bağlantı bulunduğunu göstermektedir.
Doğal güzelliklerin hatta doğal mevcudun korunmasında en güçlü kontrol bilinci, insanın kendi vicdanıdır. Yaptığı işin Allah katında günah, hukuk düzeni açısından suç ve bütün insanlara karşı ayıp ve kul hakkı ihlâli olduğunun şuuruna varmasıdır. Bununla birlikte konuyu sadece bireysel bilinç ve kontrol yaptırımına bağlamanın yetersizliği de açıktır. Söz konusu gayenin gerçekleşme-sinin ikinci ayağı ise, bu alanda kamusal ve sosyal organizasyonlara gidilmesi ve güçlü kontrol sistemlerinin kurulmasıdır. Fıkıhta kamu mallarının, vakıf ve yetim malının özel bir statüde tutulup daha etkin koruyucu tedbirlerden söz edilmesi, bunlara yapılan tecavüzlerin toplum ve kul hakkını ihlâl olarak nitelendirilmesi de bu yöndeki çabalara hukukî bir destek sağlamaktadır. Özellikle gelişmekte olan İslâm ülkelerinin, İslâm’ın bu genel telkinini ve yönlendirmesini de fırsat bilerek doğal çevrenin bozulmasını, su kaynaklarının kirlenmesi-ni, insanların ve kurumların zaaflarından kaynaklanan çarpık şehirleşmeyi, orman, vakıf ve kamu arazilerinin yağmalanmasını önleyici yasal ve sosyal önlemleri alması âcil bir önem taşımaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder